Tarih kahramanlarla doludur ve bu kahramanlara büyük adamlar denir. Büyük İskender, Alparslan, Fatih, Napolyon...
Bir de Atatürk vardır ki O’nu tarif etmek imkansızdır. Onu anlamaya çalışmak gerekir; aksi halde yaptıklarını bir makaleye, şiire, kompozisyona sığdırmak yaptıklarını daraltmamıza sebebiyet verir. Dr. Münir Derman’ın tarifiyle "Atatürk’ü tarihten çıkarın tarih bir masal haline gelir."
Tarihi bir tiyatro sahnesi kabul edelim ve perdeyi aralayalım perdenin sadece bir sahnesinde büyük bir adamı, büyük bir insanı seyredelim şimdi. (Aksi takdirde bu bitmeyen bir tiyatro olurdu.)
Babası koydu ilk ismini, manası büyük: Mustafa.
Öğretmeni ondaki cevheri ve olgunluğu gördü ismi Mustafa Kemal oldu.
Kader ve o kaderi yazan, iki isminin başına gaziyi koydu çünkü o kendini adamıştı milletine ve gazi olmuştu. Gazi Mustafa Kemal.
Atatürk bir ufuktur, ilmin ışığı altında yorulmadan, usanmadan koşmak ve hedefe ulaşmaktır.
Atatürk bir bağımsızlık savaşçısıdır. Sadece harp meydanlarındaki bağımsızlık savaşçısı değil, aklın üzerine perde çeken hurafelere, inanışlara ve kurumlara karşıda bağımsızlık savaşçısıdır.
Türk toplumunu “çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmak” amacını güden Atatürk, büyük bir nezaket ve içtenlikle “naçiz vücudunun toprak olacağını ama Türkiye Cumhuriyeti'nin ilelebet yaşayacağını" söylemişti. Bir demecinde de:
“İki Mustafa Kemal vardır. Biri ben, fani Mustafa Kemal, öteki milletin daima içinde yaşattığı Mustafa Kemal. Ben onu temsil ediyorum. Herhangi tehlike anında ben zuhur ettimse, beni bir Türk anası doğurmadı mı? Türk analar daha Mustafa Kemal’ler doğurmayacaklar mı? Feyiz milletindir, benim değildir.” demişti. Şüphesiz ki 1938 yılında ölen, Anıtkabir’e gömülen “fani Mustafa Kemal”dir. O devrimleriyle, çağdaşlaşma ideolojisiyle ve ilkeleriyle bu asil milletin kafasında ve kalplerinde daima var olmaya, yaşamaya devam edecektir.
Bize düşen de onu, ilkelerini ve inkılaplarını, getirdiklerini, zaferlerini, Türk milletine ve dünya milletlerine daha gür bir sesle ve heyecanla duyurmaktır.