
Bir gün çok sevdiğim bir dostum. Bu dünyada en acımasız olan şey nedir bilir misin? Diye sordu. Bilemedim. Zaman dedi. Her şeyi yer, yutar, geri vermez, unutturur üstelik ne kadar güçlü, kudretli ve zengin olsan da satın alamazsın, çünkü satın alınmaz dedi. Hak verdim.
Hepimizin hayatında sevgileriyle, sıcakkanlılığıyla, yardımseverliğiyle yeri doldurulamayacağını düşündüğümüz insanlar mutlaka olmuştur. Ama gün gelir onlardan bile vazgeçmek zorunda kalırız.Zamana karşı onları unutmadığımızı söylesek bile,zaman yokluklarına bizi öyle bir alıştırır ki; bunakendimiz bile şaşar kalırız.
Ya da tam tersi olur, yola birlikte çıktığınız insanlar sizi yarı yolda bırakır da, siz unutulursunuz. Bundan sonra yola kendim devam edeceğim der, bir de bakmışsınız kendilerine yeni yol arkadaşları bulmuşlar, size kâr olarak işin cefası ve ezası kalmış.
Aslında hiç kimse vazgeçilmez değildir de,ya sen insanlara hak ettiğinden fazla değer verirsin, ya da insanlar sana hak ettiğinden fazla değer verir, kendin bile bilmediğin egoların yüzünden kendini Kaf dağında görürsün hepsi bu. Bu durumda iltifat ya makamınadır, ya da parana. Sen de kendini vazgeçilmez zannedersin.
Oysaki”bütün mezarlıklar kendilerini vazgeçilmez sanan insanlarla doludur”.Farkında olmayız.Öyle ise nereden geliyor dünyayı ben yarattım edası, her şey benden sorulur havası?
Yaşantımızın bazı anlarında yeterli olsa da olmasa da kendini vazgeçilmez zanneden insanlarla siz de muhakkak karşılaşmışsınızdır. Bu insanlar her şeyi en iyi kendilerinin bildiğini ve dünyanın kendi ekseninde döndüğünü, o olmadığı zaman dünyanın ekseninden çıkacağı varsayımıyla yaşarlar. Çoğunun gözlerini dünya hırsı bürümüş, gönüllerini ise makam, mevki ve koltuk sevdası esir almıştır.Hâlbuki dünyadaki bütün astrologlar ölse, güneş sistemi bundan ne kadar etkilenebilir?Bilmezler.
Genellikle bir makam ve mevkie gelmiş olan bu insanlar uzunca bir süre bir aynı görevde kaldıkları için kendilerini dev aynasında görmeye başlarlar. Kendisinden başka hiç kimsenin bu görevi layıkıyla yapacağını düşünmezler ve her konuşmaların başında “eğer ben olmazsam” diye cümle kurarlar. Bu onların en büyük özelliklerinden biridir.Sözlerinin başında ve sonunda sadece kendi egosunun dürtüsüyle “ben” vardır. Tabi ki her şey “ben” olunca, kesinlikle “biz” olamazlar.
“Keşke bilseler daima BEN diyenin aldandığını”.
Problem çözmek yerine problemin kendileri veya bir parçası olduğunun farkına varamayan bu insanlar için geçerli hayat reçetesi bellidir.Hayatın bir döngü olduğunu unutmamak, ne kadar üstün de olsan, ne kadar yetenekli de olsan bile, hayat her zaman senin yerini alacak birilerini çıkaracak.Senin eksikliğini Dünya umursamayacak bile, çünkü o her zamanki gibi dönmeye devam edecek... Ta ki senden sonrakilere faydalı bir şeyler bırakabilmişsen ne mutlu sana…
“Bil ki dünya senin eksenin etrafında değil kendi ekseni etrafında dönüyor”.
Gerçekte her anımız,yeni bir sürprize gebe değil mi? Kesinlikle yapmam dediklerimizi yaptığımız, başıma gelmez dediklerimizi yaşadığımız, büyük söyleyip laflarımızı yuttuğumuz bir hayatı yaşamıyor muyuz?
Ne zaman öğreneceğiz kendimizle yüzleşmeyi? Ne zaman öğreneceğiz hatalarımızı kabul etmeyi? Ne zaman keşfedeceğiz bilincimizi yenilemeyi?
Neyine güveniyorsun?
Hala öğrenemedin mi? Kendini herkesten üstün sanmanın, aslında kişinin en büyük hatası olduğunu.Hint kumaşı değil de yaşadığın gururla aslında iki metrelik basit bez parçası kadar değerininolduğunu.
Hala anlamadın mı? Hedeflerinin olması çok doğal ama garip olan hedeflerine ulaşmak için, diğer insanların yolunu kesecek ve kendini dünyanın hâkimi gibi görecek kadar saplantılı olmanın ne kadar tehlikeli olduğunu.
Sana sözüm bil ki,bütün makamlar geçicidir. Hiç kimse(ben/siz) bile, vazgeçilmez değildir.
Bilmiyor musun ki;
“Büyük Atatürk’ün bileyerini, gençlere emanet edip gittiğini!”