Türk Vergi Hukuku’na göre verginin muhatabı mükelleftir. Mükellef ise gerçek veya tüzel kişi olabilir. Medeni Hukuk bakımından kişilik çocuğun sağ olarak ve tamamıyla doğduğu anda başlar.(TMK madde 28) Bu hükme göre Türk hukukunda kişiliğin başlaması için iki koşulun bir arada bulunması gerekir. Bu şartlar; tam doğmak ve sağ doğmaktır.
Tam olarak doğmak; çocuğun bütün organlarıyla annesinden ayrılmasını ifade eder. Sağ olarak doğum; çocuğun çok kısa bir sürede olsa anneden bağımsız olarak yaşamış olmasıdır.
Gerçek kişiler için medeni hukukumuzda “hak ehliyeti ve fiil ehliyeti” olmak üzere iki tür ehliyet öngörülmüştür.
Buna göre gerçek kişiler için hak ehliyetine sahip olmak, hakları bizzat kullanabilmek için yeterli olmayıp kişinin aynı zamanda fiil ehliyetine de sahip olması gerekmektedir. Vergi mükellefiyeti ve vergi sorumluluğu için ise kanuni ehliyet şart değildir. Kanuni ehliyete sahip olmayan kişiler nezdinde vergiyi doğuran olayın gerçekleşmesi halinde vergisel ödevler kanuni temsilciler tarafından yerine getirilmektedir. Yani tam ve sağ doğmak koşuluyla anne rahmindeki cenin de vergi mükellefi olabilmektedir Vergi ehliyetinde temel kıstas vergi yasalarına göre mali güce sahip olmaktır.
Tüzel kişi (veya hükmi şahıs), bir amacı gerçekleştirmek iradesiyle örgütlenen ve hukuk sisteminin kurallarına göre oluşturulan hak ehliyeti ve borçlanma olanağına sahip hukuki varlıklara denir. Tüzel kişiler Kamu Hukuku Tüzel Kişileri ve Özel Hukuk Tüzel Kişileri olarak iki çeşittir. Örnek olarak; dernekler, vakıflar, sendikalar, şirketler ve siyasi partiler verilebilir.
Makalemizde tüzel kişilik kavramı; (özel hukuk alanında) şirketler hukuku açısından kullanılacaktır.
Türk Vergi Hukuku’nda işletme sahibi veya şirket ortağının ölümü ile birlikte kalanların bu ölüm sonucunda manevi görevleri olduğu gibi hukuki olarak da bir takım iş ve işlemleri bulunmaktadır.
Türk Vergi Hukuku’nda ölüm, vergi mükellefiyetini sona erdiren bir olay olarak kabul edilse bile, vergi mükellefi ya da vergi sorumlusu olan gerçek kişilerin ölümlerinden sonra da, haklarında tekemmül etmemiş vergisel işlemlere devam edilmektedir.
Kişiliği sona erdiren bir olay olarak ele alınan ölümle birlikte, geçişi (intikali) mümkün olan hakları yani mirası reddetmemiş mirasçılar ölen mükellefin hem maddi, hem şekli vergisel ödevlerin yerine getirilmesinden sorumlu olmaktadır. Başka bir ifadeyle gerçek kişinin ölümüyle vergileme son bulmamakta tahakkuk etmiş ya da edecek olan vergilerin mirası reddetmemiş mirasçılar nezdinde takip ve tahsili gerekmektedir.
“Bilakis; ölenin vergilerinden dolayı mirası reddetmemiş mirasçıların yükümlülükleri, miras hisseleri nispetinde olmakla birlikte kendilerine intikal eden miras miktarı ile de sınırlı değildir.”
Şirketler hukukunda ise ortağın ölümü şirket tüzel kişiliği ve ortaklar arasındaki ilişkilerde önemli sonuçlar doğurmaktadır. Şirketler hukukunda, ölüm birçok düzenlemenin istisnası olarak kabul edilmiş olsa bile, Türk miras hukukunda ölen ortağın miras payları bazı ticaret şirketlerinde (bu pay sahipliği değişimi) hiçbir değişiklik yapmaz iken, bazılarında ise şirketin sona ermesi sonucunu doğurabilmektedir.
Çalışmamızda ölümün gerçek kişi ve şirket tipine göre değişen hukuki sonuçları ayrı ayrı incelenerek değerlendirilmeye ve açıklanmaya çalışılacaktır. Faydalı olması ümidiyle…
MÜKELLEFİN ÖLÜMÜ
Ölüm Olayının Bildirilmesi:
Vergi Usul Kanunu’nun 164. maddesine göre “Ölüm işi bırakma hükmündedir. Ölüm mükellefin mirası reddetmemiş mirasçıları tarafından vergi dairesine bildirilir. …” hükmü yer almaktadır. Yine mükellefin ölümü V.U.K. da ve borçları tamamen ortadan kaldıran bir durum olmayıp aynı kanunda tanımlanmış bir müessese olan “işi terk” hükmündedir.
Bu durumda ölen mükellef için işi terkin sonuçları var olurken, mükellefiyete ait ödevler ise mirası reddetmemiş kanuni veya mansup mirasçılara geçer. V.U.K.’ nun 168. maddesine göre durumu mirasçılardan herhangi biri bir ay içerinde vergi dairesine bildirmesi gereklidir. “Ancak 16.maddeye göre vergi kanunlarında (hüküm bulunmayan hallerde) ölüm dolayısıyla mirasçılara geçen ödevlerin yerine getirilmesinde bildirme ve beyanname verme sürelerine üç ay eklenir hükmü dikkate alınınca mirası reddetmemiş mirasçılar tarafından mükellefin ölümü, ölüm tarihinden itibaren dört aylık süre sonuna kadar vergi dairesine bildirilmek zorundadır.”
Öncelikle hesap dönemi başlangıcı ile, ölüm (işi terk) tarihi arasındaki sürenin “kıst hesap dönemi” yerine geçmesi ve işi terk tarihi itibariyle çıkarılacak hesap özeti ya da gelir tablosu üzerinden belirlenecek kazanç üzerinden gelir vergisi beyannamesi verilmesi olmak üzere bir dizi yükümlülüğün yerine getirilmesi gerekmektedir.
En nihayetinde mükellefin ölümü üzerine mirasçılar tarafından işletmeyi devam ettirmeme kararı alınması durumunda ölüm tarihi itibariyle mükellefiyet sona ermiş olur.
İlaveten mirasçılar mükellefin ölüm tarihine kadar ki dönemlere ilişkin defter ve belgelerinin muhafaza ve ibraz ödevlerinden de sorumlu olacaklardır.(Bknz.V:U:K:253 ila 257 mad.)
Mirasçılar tarafından işe devam kararı alınması ve aralıksız devam etmeleri durumunda ölüm tarihi muris için işi bırakma, mirasçıları için işe başlama olarak kabul edilir ve bir ay içinde bildirimde bulunulması gerekir. (Kynk.Maliye Bakanlığı 2001/1 sıra no’lu Vergi Usul Kanunu İç Genelgesi)
Önemli Not:
Mükellefin ölümü halinde kesilmiş ve tahakkuk etmiş usulsüzlük, özel usulsüzlük, idari para cezaları veya vergi ziyaı gibi cezalar terkin edilir veya kesilerek tahakkuk edecek ise kesilmez. Ayrıca gecikme zammı ve gecikme faizi ceza kapsamına girmediğinden mirasçılar hesaplanacak gecikme zammı ve faizden miras hisseleri oranında sorumludur.
“Gelecek makale kişi şirketlerinde ortağın ölümü.”
Not: Burada yer alan bilgi, yorum ve görüşler yatırım tavsiyesi niteliğinde değildir.