Fıtratı gereği iyiliğin ve kötülüğün öznesi olabilen insanın, değerini artıran davranışlar; alçakgönüllülük, hayâ, doğruluk, iyilik, iffet, şefkat, merhamet, cömertlik, adalet iken değerini düşüren davranışlar ise; ikiyüzlülük, haset, kibir, riya, kin, gıybet, yalan ve nankörlüktür.
İnsan hayat serüveni içerisinde karşı karşıya kaldığı her yol ayrımında bu tercihlerden biri ve birkaçı ile imtihan olur. Bu yol ayrımında verdiği kararlar ve davranışlar insanın şahsiyeti ve insanlık kalitesi hakkında fikir verir. Tam da bu noktada insanı vefasızlığa götüren iki musibet olan kibrin hasede götürdüğünü, devamında nankörlüğe, en sonunda da ben merkezli düşünceye evirilerek narsizme dönüştüğünü söylememiz mümkündür.
Kendisini olduğundan büyük görmeye başlayan insan kibri ile kendisine yapılan tüm iyilikleri yok eder. Başkalarını değersizleştirirken, kendini gereğinden fazla (değerli) görerek narsisleşir, mutsuzluğa ve yalnızlığa sürüklenir.
Kendini hayatın merkezine koyan kibirli insan hatasını görmediği gibi nasihatte kabul etmez. Sahip olduğu makam ve mevkiini salt kendinden bilir ve bir nevi kendini kutsar. Hâlbuki zayıf ve muhtaç bir varlık olduğu halde, sırf kibrinden ötürü büyüklenir ve nefsinin kölesi olduğunu fark edemez.
Durumu Kur’ân-ı Kerîm’de yaratılış kıssasında anlatılan, kibirlenen ve nankörlük eden şeytanın durumundan farklı değildir. (A'râf 11) Kıssada da anlatıldığı üzere şeytan Allah’a iman ettiği halde, haset ve nankörlüğünün temelinde var olan kibrine ve gururuna yenik düşmüştür. Maalesef, hak ve hakikate karşı böbürlenmek, şeytan örneğinde olduğu gibi insanlar için de hüsrana sebep olmaktadır. Bu açıdan bakıldığında şeytan onlara liderlik etmekte, onlarda şeytanın liderliğini kabul etmektedir.
Çoğu kez bilgisizlik, cehaletle karıştırılmaktadır. Bilgisizlik, okuma ve anlatımla giderilebilirken, cehalette durum farklıdır. Kibir ve gurura düşmüş cahilin okuması da dinlemesi de çoğu kez cehaletini artırmaktadır. Yine şeytan örneğinde olduğu gibi, cahilde bilgi, salih amele dönüşmediğinden, aslında sahibine de fayda sağlamamaktadır. Keza bireyin sahip olduğu bir takım üstünlükleri var bile olsa, o üstünlükleri doğru kullanmadığında en nihayetinde kendisi için de bir cezaya dönüşebilmektedir.
Kalbin manevi hastalıklarından olan kibir dışa yansıdığında, insanın kendisini farklı görüp, diğer insanlara itibar göstermeyerek onları yok saymasına yol açar.
Bu şekilde hareket eden insanlarda nankörlük duygusu meydana gelir. Oysaki bir güç sahibi olduğunu zanneden bu zavallı kimselerin daha sonra adlarının bile hatırlanmak istenilmediğini görmekteyiz.
Dilimize Farsçadan geçen "nankör" kelimesi¸ kadir kıymet bilmemek¸ yapılan iyiliği ve yardımı görmemek¸ eline geçen nimeti inkâr etmek¸ nimeti verene karşı nankörce davranmak gibi manalara gelir.
Hiç şüphesiz ki nankörlük aynı zamanda vefasızlığa götüren erdemsizliktir. Keza nankörlük kendisine iyilik eden, ilim öğretenin dostluğuna aykırı davranan kimseye verilen bir yakıştırmadır. Onun iyi niyetine kötülükle karşılık vermiş¸ dışı ile içi bir olmamıştır. Onun için şükür, insanî bir erdem iken¸ nankörlük erdemsizliktir. Kaldı ki, insanlara iyilik ve lütuf Allah'tan geleceği gibi¸ insanlardan da gelebilir.
Dilimizde nankörlük insanların birbirlerinden gördükleri iyiliklere karşı kadir bilmezliklerini ifade etmek için kullanılır. Bu tip insanlar yola çıktıklarını yolda buldukları ile değişirler. Ama ne acıdır ki, daha sonra onları da, başka buldukları insanlarla değişirler.
Hiç şüphesiz ki insan, akıl ve irade yeteneğiyle tercihlerinde ve yöneliminde hürdür. Ancak tarih bize göstermiştir ki, toplumları bu tür insanların yönetmesi toplumları, şirketleri bu tür insanların yönetmesi şirketleri parçalayıp yıkmıştır. Maalesef bu yıkım; kontrollü bir yıkım olduğundan fark edilmesi sona gelmeden anlaşılamamaktadır.
Not: Burada yer alan bilgi, yorum ve görüşler yatırım tavsiyesi niteliğinde değildir.