Mutluluğun kaynağını araştırırsanız bulacağınız doğruya en yakın cevap kişinin kendini değerli hissetmesidir. Takdir görme ve değerli hissedilme ihtiyacı azımsanmayacak kadar büyüktür. Takdir edilme kişiye öz güven duygusunu aşılar ve daha büyük başarılara imza atmasını sağlar.
Değer vermeyi, (sadece) düşünceden öteye götüremiyorsak, eyleme dönüştüremiyor, karşıya hissettiremiyorsak, çok da fazla anlam ifade etmeyecektir.
Değer vermek, bir şeyi veya kişiyi değerli saymak, önem vermektir. Tam bu noktada birine değer vermekle aslında büyük bir sorumluluğu da üzerine almış olursunuz. Çünkü artık ondan gelebilecek sıkıntıların müsebbibi olursunuz. Keza, birine gereğinden fazla değer verirsek, kendimize zarar verebilir, ona gereğinden az değer verirsek de onu kaybedebiliriz.
Ahmed Arif der ki: ''Bir gönül inceliğidir, bir insana değerli olduğunu hissettirmek.''
Değersizlik hissinin yüksekliği gerek iş hayatımızda, gerekse ikili ilişkilerde ciddi sorunlara yol açabilir. Hatta bazen suç, değeri fazla verenindir, karşının değil!
Hak etmeyen bir kişiye fazla verilen değer, boş bir kuyuda su aramaya benzer. Keza verdiğiniz değer o kişinin, kendini olduğundan fazla görmesine sebep olursa, o hatayı ona biz yaptırmış oluruz. O halde;
Değer sadece karşı tarafa mı verilir? Ya da bu takdiri hep başkalarından mı beklemeliyiz? İnsan kendine de değer vermeli mİ? Kendine değer verince bunun adı ego mu? Ego kötü bir şey mi? Hiç kendinizi ödüllendiriyor musunuz?
Tüm sorulara verilecek en keskin ve en net cevap, kesinlikle hayır!
Sakın korkmayın kendinizi değerli hissettiğinizde kibirli ve veya bencil olmuyorsunuz. Öz saygınızın yüksek olması kişinin, kendi arkadaşlığından keyif alması gibi bir şeydir. Unutmayın, “sizi terk etmeyecek olan hep yanınızda olacak olan tek kişi yine sizsiniz”.
Hemen herkesin hayatında bir defa da olsa kullandığı bir söz vardır.”Herkese hak ettiğinden fazla değer veriyorum. Bu yüzden de üzülen hep ben oluyorum.” Aslında belki de konu tam olarak öyle değil. Problem sizin karşınındaki kişiye çok fazla değer vermeniz değil. Siz ona saygı duyduğunuzdan, kırılmasından korktuğunuzdan belki de biraz onu kaybetme korkunuzdan böyle davranıyor olabilirsiniz. Ama esas konu karşı tarafa verdiğiniz fazla değeri belki de kendinize vermiyor oluşunuz ve bunun (değerinizin) farkında olmayışınız…
Siz de bu günlere kolay gelmediniz. Belki de defalarca düşüp kalktınız.
Tıpkı Zümrüd-ü Anka gibi küllerinizden yeniden, yeniden doğdunuz. Yılmadınız, yıkılmadınız ve elinizden geldiği kadar başardınız. Bırakın biraz da sizi takdir etsinler. Hatta kimse takdir etmese bile siz kendinizi takdir edin, önemseyin. En önemlisi kendiniz sevin. En nihayetinde ”Halk bilmezse halik bilir.”
Durmayın, çalışın, kavuşamadığınız hayallerinizin peşinden gidin. Belki de bugüne kadar başkalarının hayalleri için daha çok çalıştınız. Diğerlerinin mutluluğu için çok daha fazla mücadele verdiniz. Bu güne kadar size sıra gelmemişti. Artık sıra siz de. Sizin de içinizde kalan, sizinde içinizde yatan bir aslan yavrusu var. Ama siz onu bugüne kadar hiç beslemediniz, büyütmediniz. Üstelik bir de eleştirildiniz. Tam aksi olduğu halde “dünya hep senin etrafında dönmüyor” diye saçma bir laf bile yemiş olabilirsiniz. Bırakın o halde “dünya artık sizin etrafınızda dönsün”.
Merak etmeyin kendinizi düşünmeniz, kendiniz ile barışık yaşamanız, herkesin bildiğini zannettiği o ego değil! Kendinizi şımarttığınız da şımarık olmuyorsunuz.
Aslında bugüne kadar yaptığınız başkalarına çok değer vermek değildi. Kendinizi onlar karşısında değersiz kılmaktı. Bugüne kadar yaptığınız mademki sizi memnun etmedi, hep üzülen siz oldunuz, o halde değişin, değiştirin. Unutmayın gerçekte siz çok değerlisiniz. Onlar hayatınıza girmedi. Onları hayatınıza siz soktunuz. Hayatınızda kalmak istemeyen bırakın gitsin…
Hem unutmayın bu şekilde gerçekleri daha iyi görürsünüz. Gerçek acı olabilir, hatta acıtabilir de ama unutmayın!
“Gerçek sizi özgür kılar.”
Sevgi ve muhabbetle kalın…