Dünyanın hal ve gidişatına baktığımızda değişiklikler göze çarpıyor. Üstelik bu değişiklikler geçmişten bu yana doğru kabul ettiğimiz bugün ise zamana mı yenik düştü bilinmez, yanlış olarak değerlendirmeye başladığımız, yanlış kabul ettiğimiz konuların ise zaman içinde doğrulaştırdığımız gerçeklere dönüşmesi şaşkınlık verici bir hal aldı.
Örnek vermek gerekirse; toplum olarak üç nesil birlikte yaşayabilen ve bununla da övünen toplum iken zaman içerisinde ayrı ev isteyen gençler, ailelerinden birer birer ayrılarak kendi evlerine geçtiler. Bugün yine aynı gençlerin geçim ve barınma kaygısıyla tekrar aileleri ile birlikte yaşamaya geçtiklerini görüyoruz. Ancak durum bu defa eskisi gibi değil daha farklı bir mecrada yürüyor. Çünkü aynı gençlerin eve döndüklerinde de ayrı odalarda teknolojik arkadaşları ile yine aileden kopuk, ayrı odalarda yaşadıklarına şahit oluyoruz. Hangisi doğru, yoksa mantıksal manada doğru veya yanlış yok da tüm bu yaşananlar yeni bir paradoks mu?
Hani binlerce yıllık geçmişi olduğu görülen paradoksların, öyle ya da böyle zihinleri meşgul etmesi, bizi işin özünden koparttığı gibi, açmaza sürükleyip gereksiz tartışmalar yol açması gibi veya apartman yönetiminin apartman kapısına "buraya ilan yapıştırmak yasak" yazısı asmasıyla aslında ilk ilanı kendisinin astığının farkına varamaması gibi bir şey.
Maalesef insanoğlunun binlerce yıldır hep bir taraf olmayı seçtiği, hatta tarafı olduğu kurumun da mutlaka kazanmasını istediği öteden beri bilinen bir gerçek.
· Bardağın yarısı dolu mu yoksa boş mu? Boş diyenler, dolu diyenler…
· Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkar? Yumurta tavuktan diyenler, yumurtadan
civ civ çıkar diyenler…
· İki kere iki kaç eder? Alırken mi? Satarken mi? Diyenler...
· Melekler dişi mi? Erkek mi? Diyenler…
Tüm bu kadar saçma ve boş tartışmaların, hayatımızın (devamı için) hiçbir noktasında anlam ifade etmediğini hepimiz bildiğimiz halde tartışıp dururuz. Üstelik hiçbir zaman bardağı kimin doldurduğunu, kimin boşattığını hep görmezden gelerek yaparız bunu.
Zamanımızı, konu ne olursa olsun anlamadan, dinlemeden, özümsemeden çözüm için değil kabahatli bulmak için harcarız. Hatta her ne kadar “iyi oynayan kazansın” desek de maç sonunda takımımız yenilirse de suçluyu hemen hakem yaparız.
Aslında günümüzde sıkça tekrar edilen yukarıda yazdığımız bu ve benzeri paradokslar bir yönüyle zihin egzersizi yaptırması ve hayata farklı bir bakış açısı kazandırması açısından faydasının olduğu da bir gerçektir. Fakat günümüzde karşı tarafı alt etmek, susturmak ya da düşüncesini kabul ettirmek maksatlı kullanılan bir dil haline gelmeye başladığının, hatta algı operasyonlarında bir şeylerin üstünü kapatmak maksadıyla yeni yeni türleri ortaya çıkartılarak zihinleri bir kaosa sürüklemeye başladığının da kimse farkında değil.
Aslında tüm bunları dikkatlice düşününce, çıkartılan bu ifadelerin özellikle ortaya atılan paradoksal önermeler olduğunu herkes görecektir.
Esasında ortaya atılan sorunun kendisinin değil, kaynağı üzerinde yapılacak bir tartışma ya da sorgulamanın, problemin çözümü açısından daha faydalı olacağı kesindir. Keza paradoksun neden kaynaklığının çözümü, paradoksun varlığını belirlemenin de sonucunu ortaya çıkacaktır.
Yine çözüm için öncelikle, insana özgü olan düşünme dediğimiz yetinin doğru kullanıldığında hayretle başlayacağı bilinmelidir. Çünkü yıllarca yanlış zannettiğimiz olayların, fikirlerin, hesaplamaların, doğru olduğunu görmek veya doğru zannettiğimizi yanlış olarak görmek çoğu kez insanı hayrete düşürür. Düşünme yetisi doğru kullanılanarak değerlendirilebilen, antik yunanda felsefi bir problem olarak görülen paradoks, “doğru gibi görülen bir önermenin esasında yanlış da olabileceği” olarak karşımıza çıkar. Bu özelliği ile de, zihinleri meşgul etmek maksadıyla, ilk bakışta doğru olan bir ifade veya akıl yürütme etkinliğinin devamında bir çelişki oluşturulması sağlanıp, toplumları çıkmaza sürükleyip, ayrıştırarak durumun içinden çıkılamaz bir hal almasında dahi kullanılabilmesidir. Öyle ki paradoksal bir ifade ile çıkmazlardan birinin
seçimiyle toplum karşı karşıya bırakılabilmektedir.
İşte önemli olan, düşünme yetisi kullanılarak bu çözümsüzlüğün fark edilmesi, esasında niyetin başlangıç noktasının fark edilmesidir.
Alman doğa bilimleri, astronomi ve matematik profesörü, yazar, eleştirmen Lichtenberg diyor ki; "İki kere iki dört eder dense bile, bir kez kuşkulan ve araştır".
Unutmayın!
Paradoks teriminin Türkçede karşılığı açmaz, çatışkı, çelişki, yanıltmaç sözcükleri yerine kullanılmaktadır. İlaveten genelde paradoksların cevapları yoktur. Genellikle bir şeyleri örtbas etmek için kökleşmiş inanışlara aykırı olarak ileri sürülen söz ve düşüncelerle türetilmektedirler. Önemli olanın “çözümü yolun sonunda değil yola çıkmadan düşünüp bulmak” olduğu unutulmamalıdır.
Sözün özü;
Arada sırada da olsa, bardağın yarısı dolu mu, boş mu? Diye düşünmektense, aslında bardak var mı veya bardağa gerek var mı? Diye düşünmek daha doğru olabilir? Siz ne dersiniz?