Yaşamın vazgeçilmez bir unsuru olan hatta yaşamın kaynağı diyebileceğimiz su, sınırlı bir doğal kaynaktır.
İnsanlık için olduğu kadar diğer canlılar, ekosistemler ve yaşam alanları için de var olma ve varlığını devam ettirme açısından yerine başka bir madde ikame edilemeyen su, hayattır ve bütün canlıların esasıdır.
Çevrenin güzelleşmesi ve temizliğin sağlanabilmesi için de en lüzumlu vasıta sudur. Önemi ve değeri her geçen gün daha da artmakta olan su, tarihin her döneminde canlıları kendisine çekmiş, insanoğlu tarih boyunca yaşamak için hep bir su kenarı aramış ve tercih etmiştir.
Dünyada su uğruna sayısız mücadeleler olmuş, su yüzünden defalarca çatışmalar ve savaşlar meydana gelmiştir. Ülkeler birbirleriyle su için yüzlerce anlaşma imzalamıştır.
Dünyada nüfus artışının bugünkü gibi olmamasından, buna bağlı olarak tarımsal faaliyetlerin ve sanayileşmenin bugünkü gibi genişlememesinden dolayı suya erişim bu denli zor olmamış olacak ki, “sudan ucuz”, “sudan bahane”, “havadan sudan konuşmak” gibi ne yazık ki suyun sınırsız, ucuz ve önemsiz bir kaynak olduğu izlenimini veren deyimler türemiştir.
Oysaki bugün nüfus artışı ve artan nüfusun temel ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla tarım faaliyetlerinin genişlemesi ve sanayi devrimiyle birlikte suya olan ihtiyaç, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar artmıştır.
Günümüzde küresel sorun haline gelen su sorunu, dünyada bazı coğrafyalarda çok ciddi boyutlarda yaşanmaktadır. Küresel ısınma, nüfus artışı, sanayileşme, iklim değişikliği, kirlilik gibi risk ve tehlikeler yüzünden başta su olmak üzere, tüm çevresel unsurlar baskı altında kalmaktadır.
Afrika Kıtasında kadınlar ve çocuklar her gün evlerine su getirebilmek için kilometrelerce suyolculuğu yapıyor. Üstelik kadınların tecavüze uğrama ve vahşi hayvan saldırısıyla karşılaşma ihtimali de işin diğer kötü yanı.
Su sıkıntısının gelecek 20-25 yıl içerisinde Ortadoğu dâhil bazı bölgelerde su krizine dönüşme ihtimalinin olduğu söyleniyor. Yaşanabilecek küresel göçler nedeniyle bazı ülkeler için bu konu belki de bir “ulusal güvenlik konusu” haline gelecek.
Ülkemizde de durum pek farklı değil. Maalesef Türkiye'nin de yakın gelecekte su kriziyle karşılaşma tehlikesi bulunuyor. Ülkemiz dünyanın en hızlı nehirlerinden birkaçına sahip olsa da su rezervleri bakımından sanıldığı gibi su zengini bir ülke değildir. Ülkemizde 60 yılda 60 gölün kuruduğu biliniyor. Başlıca sebebi aşırı ve kontrolsüz su kullanımı olan ve yer altı su seviyesindeki düşümlerin bir sonucu olarak Konya Ovası'ndaki obruk sayısında hızlı artış yaşanıyor.
Mars’ın biyolojik haritası olduğu söylenen Salda Gölü’nün iklim baskısı altında olduğu, bu durumun da gölün ömrünü önemli vaziyette azalttığı bilim insanları tarafından açıklanıyor. (Kaynak. marinedealnews.com)
Zarar gören ekolojik dengenin kısa sürede yerine gelmediği düşünüldüğünde, dünyada konjonktürel olarak karşı karşıya kalınabilecek su sorunu özellikle gelecek yıllarda kriz ve kimilerine göre çatışma potansiyeli içermektedir.
Genellikle iki veya daha fazla devletin topraklarından geçen akarsular (sınır aşan sular), ortak kullanılan havzalar üzerinden yaşanma olasılığı yüksek bir risk olarak kendini gösterebileceği de göz ardı edilmemelidir. Hatta bu durum artık bir teori olmaktan öteye geçmiştir. Birleşmiş Milletler, Sudan’ın Darfur bölgesindeki kanlı savaşın arkasında su kıtlığı olduğunu bildirmektedir.
Tüm bu açıklamalar ışığında meteorolojik kuraklıkla başlayıp hidrolojik, tarımsal ve sosyo-ekonomik kuraklık olarak devam eden su problemine kriz değil, yüksek riskler içeren bir olay gözüyle bakılması son derece önemlidir.
Tüm canlıların temel ihtiyacı olan suyun gerek dünya, gerek bölgesel, gerekse ülkemiz için stratejik bir silah ve tehdit unsuruna dönüşebilme tehlikesi göz ardı edilmeden su politikalarının oluşturulması ve kuraklığın da bir doğal afet olduğu bilincinin toplumda yerleşmesi sağlanmalıdır.
Son dönemde ülkemizde yaşanan deprem felaketleri göz önüne alındığında özellikle de baraj yapımında yer seçiminin ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortaya çıkmaktadır.